Menemen Olayı ve Devrim Şehidi Kubilay
23 Aralık 1930 tarihinde Menemen'de meydana gelen irtica olayında şehit edilen öğretmen, yedeksubay Kubilay`ın şehit edilişinin 78.yılını saygıyla anıyoruz.
Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. O sırada 24 yaşında.
Bu genç insan, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürüldü. Olaylara müdahele etmek isteyen iki bekçi de katledildi. Genç Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı, "Menemen Olayı - Kubilay Olayı" olarak tarihe geçti.
Menemen olayının izleri toplumsal bellekten hiç silinmedi. Kubilay "devrim şehidi" olarak simgeleşti.
Gösteriler ve tekbirlerle dini ibareler bulunan bayrağı Hükümet Konağı önündeki meydana dikmişlerdir. Toplanan halkı dağıtıp bu yobazları yakalamaya mesleği öğretmen olan Yedek Asteğmen Kubilay Bey'in askeri müfrezesi görevlendirilmiştir. Kubilay Bey, şakilere nasihatta bulunarak; yaptıklarının hatalı, sakıncalı ve kötü bir şey olduğunu belirterek vazgeçmelerini ve dağılmalarını söylemiştir. Şakiler buna mavzer kurşunu ile cevap vermişlerdir. Kubilay Bey kendisini korumak için tabancasını çekmiş ise de, bir kurşunla yaralanarak yere düşmüş ve gözleri dönmüş canilerden biri, yaralı Kubilay Bey'in üstüne atılarak boğazından kesip başını gövdesinden ayırmıştır. Bu arada Hasan adlı fedakar bir mahalle bekçisini de şehit etmişlerdir.
Olay yerine yetişen askeri birlik ve jandarmalar şakilerin teslim olmalarını istemiştir. Bu isteği reddeden yobazlar ateşle karşılık vermişlerdir. Çatışma sonucu Derviş Mehmet ve iki arkadaşı vurularak, ikisi de yaralı ele geçirilmiştir. Diğer ikisi de iki gün sonra yakalanmıştır. Araştırma sonucu; olayın bölgesel bir nitelik taşımadığı, organize bir şebekenin düzenlediği, Cumhuriyet'i yıkmak amacını güden irticai ve siyasi bir hareket olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Hükümet, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir illerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan etmiştir. Yakalananlar muhakemeleri sonunda ağır cezalara çarptırılmışlardır.
Olaydan hemen sonra Atatürk, Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'ya 28 Aralık 1930 günü bir taziye telgrafı göndererek, Cumhuriyet'e karşı suikast tertipleyen mütecavizleri lanetlemiş ve Kubilay Bey'i görevini yapan şehit olarak takdirle anmıştır. Atatürk; "Hepimizin, dikkatimiz, bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkıyla yerine getirmeye matuftur. Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhuriyet'in hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır." demiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri
ARŞİV BELGELERİYLE MENEMEN OLAYI { TSK }
Yeni Asır gazetesinin yazı dizisi
Hazırlayan: DEVRİM İNCE
KUBİLAY OLAYI / Devrim Şehidinin Hazin Öyküsü
1. Bölüm
Rejim düşmanları 23 Aralık 1930'da 24 yaşındaki genç öğretmen Kubilay'ı öldürüp başını kestiler. Amaçları hilafeti geri getirmekti
Genç Cumhuriyet'e hain saldırı.
Ülkenin dört yanında büyük nefret uyandıran olay hafızalardan silinmedi. Atatürk'ün yolunda gidenler ölüm yıl dönümlerinde Menemen'de anıt mezarında toplanıyor
Türkiye için 1930 yılı büyük bir felaketle bitti. Cumhuriyetin 7 yıldır inşa etmeye çalıştığı herşey, üstelik de ülkenin en batısında, Menemen gibi zengin çiftçilerin yaşadığı, işgali, Kurtuluş Savaşı'nı görmüş bir taşra kasabasında büyük bir darbe aldı. Bu yeni rejimde, onarılması olanaksız yaralar açtı. Çok sonraları, Sivas'ta 37 aydın katledilirken, köktendinci terör kendi yandaşlarını bile hedef almaya başlamışken tekrar tekrar hatırlanan, Aralık ayının sonunda rejimin tüm elit kesiminin Menemen'de toplanmasına yol açan Kubilay olayı nedir? 23 Aralık 1930 günü sabah saat 06.20'de Menemen Kazar Camii önünde başlayan, saat 09.00 sularında sona eren Menemen olayı hakkında bugüne kadar değişik yorumlar yapıldı. Özellikle son yıllarda Menemen olayı, farklı kesimlerin çatışma hattına da girdi.
Tartışma konusu oldu. Ancak tartışılmayan bir şey var ki, Türkiye tarihinin bu kanlı perdesi uzun yıllar hafızalardan silinmedi. Silinmeyecek de...
Neden Menemen?
Birçok siyaset bilimciye göre Menemen olayını 1924-38 yılları arasında Türkiye'de çıkan 18 ayaklanmadan ayırmak gerekir. Nasturi, Zilan, Şeyh Said, Dersim, Ağrı gibi diğer 17 ayaklanmada etnik tema, bağımsızlık talebi, dış kışkırtmalar vb. önemli birer etken olmalarına karşın, Menemen olayı için bunları söylemek mümkün değil. Dahası, Menemen, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya kıyasla hem okuma yazma oranı ve ekonomik gelişmişlik düzeyi daha yüksek, hem de kısmi sanayileşmenin etkisiyle, feodal kurum ve kişilerin nüfuzları daha az bir bölge. Ayrıca yeni rejimin kolay ulaşabileceği bir yöre. Bu özellikler göz önüne alınarak sorulacak sorular şunlardır:
Dini ayaklanma mı?
Menemen Olayı, yaygın biçimde kabul edildiği üzere, bir dinsel ayaklanma mıdır? Deli, esrarkeş, cahil altı kişinin başlattığı, bir anda ortaya çıkan "korsan" bir olay mıdır? 2000 nüfuslu kasabadan 1500 kişinin etkin ya da edilgen katılımıyla gerçekleşen olay sonrası adının "mel'un belde" olarak değiştirilip yöre insanının başka yerlere sürülmesi istenen Menemen halkının bu eylemdeki sorumluluğu nedir? Yoksa, gerçek neden, olayın başlatıcısı Derviş Mehmet'in, Çerkes Ethem'in yandaşlarından olması mıdır? Yoksa, akademik literatürde yer aldığı üzere, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın iktidara gelme hırsıyla gerçekleştirdiği bir kışkırtma mıdır? İşte bu araştırmada bu ve buna benzer sorulara yanıt arayarak Menemen Olayı'nı değerlendirmeye çalışacağız.
31 Mart'ın izleri
Menemen olayının sonrasında yayınlanan Divan-ı Harp kararnamesinden, örgütlenmenin altı yıl önce tekke ve zaviyelerin kapatılması ve şapka devrimi üzerine başladığı anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra halifelik kaldırılmış, laik bir dünya görüşü benimsenmişti. Türbelerle birlikte mahalle mektepleri de kaldırıldı. Tarikatçılık, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılıkmuskacılık 13 Aralık 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla yasaklandı.
İşte yeni rejimin eski ayrıcalıklarını yok ettiği, başında İstanbul merkezli Nakşibendi Şeyhi Şeyh Esad'ın bulunduğu grup, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın olaylı İzmir gezisini bahane ederek böyle bir girişimde bulundu. Burada sözü edilen Esat Hoca'nın irticai faaliyetinin Cumhuriyet döneminden önce başlamış olduğu da biliniyor.
Beyin takımında
31 Mart Vakası'nın hazırlayıcısı olduğu iddia edilen ve Sultan II. Abdülhamit döneminde de benzeri çalışmalar yapan Esad Hoca, Erbil'e sürüldüğü, ancak Sultan Reşat zamanında İstanbul'a dönebildiği birçok kaynakta yer alıyor. Örgütlenmenin beyin takımından olan, ancak eyleme katılmayan ve kendini halifeler halifesi olarak tanıtan Manisa Tabur İmamlığı'ndan emekli Laz İbrahim Hoca'nın ise, örgütlenmesini çevre kasaba ve köyleriyle sınırlı bırakmayıp Karadeniz kıyıları, Kayseri, Bursa, Balıkesir; Bergama ve Manisa gibi Anadolu'nun birçok yerini dolaşarak Nakşibendi tarikatının kök salmasına çalıştığı da yine sözü edilen gerçekler arasında.
Esad Hoca bize,'Rakı içen gavurdur!" diyordu
Olayda sorgusu alınan Mustafa adlı bir tanık, İbrahim Hoca'nın Menemen'e bağlı Horozköy'de vaaz verirken rakı içen ve şapka giyenlerin gavur olduğunu, bundan Cumhurbaşkanının sorumlu tutulması gerektiğini söylediğini aktarıyor. Laz İbrahim'in, "şeyhim" dediği, "vaktiyle 40 tekkenin şeyhi olan" Esad Hoca'nın evinde yapılan toplantılarda, yakında şapkaların atılarak tekrar fes giyileceği, halifelerin geleceği, tekkelerin yeniden açılacağı söylenerek devrimler aleyhine konuşmalar yapıldığı belirtiliyor. Nitekim kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmet'in de esrarlı zikir toplantılarında hükümetin Müslümanları gavur yapmayı amaçladığını, bütün memurların ailelerini açık saçık gezdiren kafirler olduğunu, kendisinin Cumhuriyeti yıkarak dini iade edeceğini sıkça yinelediği tanık anlatımlarıyla ortaya çıkıyor.
Hükümet aciz mi kaldı?
Peki gerici örgütlenme bu noktadayken dönemin hükümeti ne yapıyor? Hükümet, çok geniş bir alana yayılan ve çok uzun bir zamandan beri zikir toplantılarını gizli kapaklı ve gözden uzak yerlerde değil, kahvehanelerde yapmakta olan tarikat karşısında yalnızca ilgili kahvehaneleri kapatarak önlem alma yoluna gitti. Kısacası bu gruplar ciddi bir tehlike olarak değerlendirilmedi. Menemen Olayı'nın tetikleyicisi olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın (SCF) olaylı İzmir gezisine çoğu kaynakta özel bir önem veriliyor.
İzmir'e geldi
SCF Genel Başkanı Ali Fethi Bey ve arkadaşlarının, Partinin örgütlenmesini geliştirdiği Batı Anadolu'ya 3 Eylül 1930'da başlattıkları gezinin 4 Eylül'deki uğrak yeri İzmir'dir. İzmir'de güvenlik güçleri ile başta liman işçileri olmak üzere Fethi Bey'in yapacağı konuşmayı dinlemeye gelen yaklaşık 50 bin kişilik halk kitlesi arasında çatışma çıktı ve bir çocuk yaşamını yitirdi. Çatışmanın başlaması ve gelişimini Divan-ı Harp tutanakları ile saldırıya şahit olan kişilerin ağzından yazmak daha sağlıklı olacağından sanık ve tanık ifadelerine bakabiliriz.
2. Bölüm
KENDİSİNİ ÖLDÜRMEK İSTEYEN MEHDİYE YALVARDI
'Beni diri diri doğramayın'
Kubilay'ı vurarak şehit eden kalabalıktan bazıları, jandarmayla girdikleri çatışmada ölü ele geçirildi.
Meydanda toplanarak 'şeriat isteriz' diye bağıran yobazlar, Kubilay'ı önce sırtından vurdu. Ardından yüzükoyun yere yatırıp başını vucudundan ayırdılar
Manisa'da esrarlı zikir alemleri yaparak, halk arasında giderek daha çok tanınmaya başlayan Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu Mehmet Emin, bir süre sonra dikkat çekmemek için kendilerine gözlerden uzak bir kulübe inşa ettirdiler. Ayaklanmanın planları, inşa ettirdikleri bu kulübede yapıldı. Tatlıcı Mutaf Hüseyin olarak bilinen kişinin evinde son olarak 6 Aralık 1930 Cumartesi günü toplanan gerici grup, eylem yeri olarak Menemen'i seçti ve eylemin planını hazırladı. Yaptırdıkları kulübede tam bir hafta esrar içerek zikre devam eden grup, 23 Aralık 1930 Salı günü Menemen'e gitmek üzere yola çıkmayı kararlaştırdı. Salı gecesi esrarkeş Mehdi başta, Kıtmir adını verdikleri köpek de dahil, hep beraber yola çıkıldı. Grup, Menemen kenarına geldiğinde zeytinlikte biraz durup dinlenirken, Giritli Mehmet herkese esrarlı sigara dağıttı. Daha sonra hepsi dumanlı ve sarhoş kafalarla Menemen'e geldi ve kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmed'le buluşarak 06.20'de Müftü Camii'ne gittiler. O sırada Camii'de sabah namazı için gelmiş 8-10 kişi vardı. Manisa'da dağda kurdukları bir çardakta günlerce esrarlı zikir ve ayinler yapmış olan grup, bunun da etkisiyle mihrada asılı bulunan ve üzerinde "La ilahe İllallah İnna Fetahneke" yazılı yeşil bayrağı da alarak olayın cereyan ettiği belediye meydanına geldi. Derviş Mehmet, oradakilere kendini Mehdi olarak tanıttı ve dini korumaya geldiğini ileri sürerek sınırda "yetmişbin kişilik Halife ordusu"nun beklediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirilecekleri tehdidini savurdu.
Okuyup üfledi
Derviş Mehmet ve grubu yeşil bayrağı belediye meydanına dikerek etrafında dönmeye ve tekbir getirmeye başladı. Olayın tanığı bir kişi ise yaşananları daha sonra gazetelere şu şekilde anlatıyordu: "Ben ve camiden çıkanlar bu hal karşısında donduk kaldık. Biraz sonra kendisine Mehdi süsü veren Derviş Mehmet elindeki bayrağı meydana dikti ve iyice tutturmak içinde ahaliden bir ip istedi. İçimizden biri, kuşağını çıkardı verdi. Nasıl oldu bilmiyorum, meydanı dolduran kalabalığın arasında bayrak dikilirken el çırpanlar oldu. Mehdi, sürekli elindeki saate bakarak etrafa okuyup üflediği toprağı savurarak söyleniyordu.
Süngü taktılar
- Bayrağın altından geçmeyen gavurdur! Namazdan çıkan halk meydana yığılıyordu. Tam o sırada jandarma yüzbaşısını gördüm. Çekine çekine ortaya ilerledi.
- Ne var? Ne oluyor ağalar? diye sordu.
Mehdi, "Bugün hükümet açılmayacak, dükkanlar açılmayacak, camiye gireceğiz, dua edeceğiz, her şey düzelecek, her şey yoluna girecek" diye cevap verdi. Jandarma Kumandanı 'pekala' dedi. Yürüdü gitti.
Jandarma Komutanı bu olayın ardından alay komutanını arayarak askeri birlikten yardım istedi. Bu haber üzerine, sabahın erken saatinde, her günkü gibi eğitim çalışmalarına hazırlanmakta olan 43. Piyade Birliği subaylarından Asteğmen Kubilay'a görev verildi. Kubilay, henüz birkaç ay önce askere alınmış olan, takım düzenindeki birliğiyle hemen yola çıktı. Bu arada Kubilay'da da ne silah ne de mermi vardı. Kubilay olay yerine çabuk yetişmek için kışla arkasındaki yamaçlardan, kestirme yollardan hızla geçti ve meydana yakın sokakların birinde askerlerini durdurarak süngü taktırdı.
Avluda yatıyordu
Olayın tanıklarından biri mahkeme kayıtlarına geçen ifadeleriyle yaşananları şöyle anlatıyor: "Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti. İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdinin yakasını tuttu ve şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki silahı çevirerek zabite ateşledi. (Bu kurşun, Kubilay'ın omzundan girip arkasından çıkmıştı) Yaralı zabit, yarasının ağırlığına rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah! diye bağırıyordu. Aradan on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi'nin yanına gelerek, zabitin cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan duyduk.
Yaralı gencin sesi yalvarıyordu.
- Kesmeyin beni!
Mehdi ise; "Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin..."
İp getirin
Bundan sonrasını ise bu olayı daha iyi gören bir başka tanık anlatıyor: Mehdi, genç ve yaralı zabiti yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle saçlarından tutup Kubilay'ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak
"Gördünüz mü? Kafirlerin akıbeti işte budur" diye bağırmaya başladı.
Sonra, "Getirin bir ip!" diye bağırdı. Meydanda toplanan halktan biri dükkanına koşarak ip getirdi. Kesilmiş başı bayrağın tepesine bağladılar. Bu sıralarda yetişen makineli tüfek takımı ve iki bekçi ile asiler arasında başlayan çatışmada Mehdi Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet vurulup öldü. Nalıncı Hasan ile Ali oğlu Hasan da halk arasından kaçsa da Manisa'da yakayı ele verdi. Bu arada bekçi Hasan ile Mustafa çatışmada yaşamını yitirdi.
YAHUDİ JOZEF Neden asıldı?
Kubilay'ın katledilmesinden sonra idam edilenler arasında bir Yahudi'nin de bulunduğu bilgisi, başta Prof. Mete Tunçay'ın, 'Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931)' olmak üzere dönemi inceleyen birçok kitapta yer alıyor. 1931 yılının Ocak, Şubat aylarını kapsayan Yeni Asır Gazetesi'nde de Jozef'in Menemen olayları nedeniyle idam edildiği bilgisi bulunuyor. Bu kaynaklara göre, Hayim oğlu Jozef, Menemen'de bakkallık yapan bir kişiydi. Ayaklanmacıların Kubilay'ın kesik başını bayrağa takmak için kullandığı ipi satan da Bakkal Jozef'ten başkası değildi.
Olayları 4 Mehmet başlattı
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın (SCF) olaylı İzmir ziyaretinin ardından muhalefetle Cumhuriyet Halk Fırkası arasındaki siyasi gerilim gün be gün yükselirken, bazı marjinal gruplar da harekete geçmek için 'an' kollamaya başladı. Aslında Aralık'ta meydana gelen Kubilay Olayı'yla SCF'nin İzmir ziyareti arasında nereden baksanız bir 3 ay süre var ama olayların nasıl geliştiğini Divan-ı Harp tutanakları ile olaya şahit olan kişilerin ağzından duyduğumuzda yakın tarihimizin bu en vahşi sahnelerinden birini daha iyi anlamak mümkün. İfadelere göre vahşetin başrolündeki 4 Mehmet ayaklanmanın temellerini attı. Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu Mehmet Emin (Üçü olay günü öldürüldü, sonuncu Mehmet Emin de idama mahkum olup diğer mahkumlarla birlikte asıldı).
3. Bölüm
KUBİLAY'IN KATLEDİLMESİ ŞOK ETKİSİ YARATTI
Menemen çok zor kurtuldu
Halkın vahşete duyarsız kalmasına çok sinirlenen Atatürk'ün "İlçeyi haritadan silin dediği yıllarca konuşuldu
DEVRİM İNCE (HABER MERKEZİ)
Kubilay'ın katledilmesi Ankara'da tam anlamıyla şok etkisi yarattı. Atatürk, yaşananlar karşısında çok sinirlenmiş, Menemen halkının vahşete duyarsız kalması, kendisini hayal kırıklığına sürüklemişti. İşte bu sıcak ortamda birçok farklı görüş ortaya atıldı.
Atatürk'ün sinirli anlarından birinde, "Menemen'i haritadan silin" dediği yıllarca söylendi durdu. Peki Atatürk, gerçekten böyle bir söz sarfetti mi? Kubilay olayı sırasında TBMM Başkanlığı görevini yürüten Kazım Özalp'ın, İş Bankası Yayınları'ndan çıkan anıları, bu olayın gerçeklerini su yüzüne çıkardı.
"Utanç anıtı"
Özalp'e göre gerçekten Atatürk, Menemen'in boşaltılıp kentin "Vilmodit" ilan edilmesini istedi. Yani, Menemen halkı başka yörelere sürülüp, kentin orta yerine bir "utanç anıtı" dikilecekti. Ancak, olayın terör ve yargı boyutunu eksiksiz işleten dönemin yöneticileri, Atatürk'ün bu emrini hayata geçirmeyi bir süreliğine erteledi. Atatürk, bir daha bundan bahsetmeyince, Menemen haritadan silinmekten kurtuldu.
Özalp'in anılarında Kubilay olayının başlangıcı, o dönem Türkiye'sinin panoromasıyla birlikte başlıyor. Özalp'e göre Kubilay'ın vahşice katledilmesine kadar uzanan olaylar zinciri, aslında bir sürecin ürünü olarak ortaya çıktı. Çünkü, Özalp'ın ifadesiyle "Gericiler memleketin her tarafından kışkırtmalar yapmaktan geri kalmıyordu. Değişik yerlerden gelen haberlerden, alınan tedbirlerle olayların büyümeden durdurulduğu anlaşılıyordu."
Tekbir getirdiler
İşte böyle bir atmosferde 1930 yılının sonuna gelindi. 1929 bunalımının yarattığı ekonomik buhranın Türkiye'deki yansımaları bir yana, Genç Cumhuriyet'in mücadele etmek zorunda kaldığı bölücü ve gerici çevreler, uzun süredir örgütleniyordu. Bu gerginlik sonunda vahşi bir eyleme dönüştü. Dönemin TBMM Başkanı Kazım Özalp, Ankara'ya gelen ilk bilgileri şöyle anlatıyor: "25 Aralık 1930 günü, Erenköylü Derviş Mehmet, altı arkadaşıyla beraber Menemen hükümet konağına gelerek, "Ben mehdiyim, dinimiz mahvoluyor, şeriatı kurtarmaya geldim" diye bağırmaya başlamıştı.
Büyük bir kalabalık tekbir getirerek toplanmaya başlamıştı. Menemen'de yedek subaylığını yapmakta olan öğretmen "Kubilay", bu olaya mani olmaya kalkışınca, Derviş Mehmet ve arkadaşları kendisini yere yatırmışlar ve Derviş'in elindeki bıçakla başını keserek vücudundan ayırmışlardı.
Mani olmadılar
Orada bulunan 1500 kadar Menemenliden hiç kimse mani olmaya çalışmamıştı. Derviş Mehmet, Kubilay'ın başını kestikten sonra, kanını içmek helaldir diyerek avucuna aldığı kanı içmişti. Sonra kesik baş bir kazığa saplanarak halka gösterilmişti. Bu arada meydana yetişen bir bekçi ile jandarma askerini de öldürmüşlerdi."
Kızgın ve üzgün
Bu vahşice eylem, İsmet Paşa gibi soğukkanlı birini bile etkilemişti. Özalp, haberin Ankara'ya ulaşmasından hemen sonra yaşananları da şöyle anlatıyor: "Bu haber Ankara'da bir bomba tesiri yaptı. Derhal Köşk'e çağırıldım. Mustafa Kemal Paşa görülmemiş şekilde kızgın, üzgün ve heyecanlıydı. İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey (Apaydın), Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa (Altay) da, Köşk'e geldiler.
Çok sinirli
Mustafa Kemal Paşa, çok sinirli bir durumda söze başladı: 'Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu kasaba 'Vilmodit' ilan edilmeye müstahak olmuştur'"
Öfke sürüyor
Özalp, ileride "Menemen'i haritadan silin" şeklinde hatırlanacak 'Vilmodit emrinden' sonra yaşananları ise kitabında şöyle aktarıyor: "Atatürk'ün öfkesi dinmiyordu. 'Derhal harekete geçmeliyiz', dedi. Cevaplarımızı bekliyordu, yalnız itiraz dinlemeye tahammülü olmadığı anlaşılıyordu. Vakit kazanmak ve havayı biraz yumuşatmak düşüncesiyle, 'Acaba ayrıntılı raporların gelmesini beklesek mi?' diye bir görüş ortaya attım. Hiç cevap vermedi. Bir süre oturdu. Biz de konuşmadık. Menemen'de orduya hizmet eden veya önceden hizmet etmiş olan askerler ve aileleri vardı. Masum çocuklar, ihtiyarlar, aciz kadınlar böyle ağır bir cezaya ister istemez maruz kalacaklardı. Konuşmasak bile, bu fikirleri hepimiz zihnimizden geçiriyorduk. Belki bu susma sırasında Mustafa Kemal Paşa da bunları düşündü. Ancak, taviz vermeye niyetli görülmüyordu, 'İşte böyle olacak, dağılalım' dedi ve kalktı."
Verilen emri unutturdular
Emir hemen yerine getirilmedi. İyi ki getirilmedi. Çünkü, eğer öfke ve heyecanla alınmış bu karar yerine getirilseydi, şimdi Menemen'den ve Menemen'lilerden bahsederken geçmiş zaman kipinde konuşmak zorunda kalacaktık. Peki, dönemin yöneticileri Atatürk'ün emrini nasıl oldu da yerine getirmediler. Bu sıkıntı yaratmadı mı? Özalp, bunu nasıl yaptıklarını da şöyle anlatıyor: "Aramızda, bir iki gün beklemeyi, Mustafa Kemal Paşa'nın tepkisinin ne ölçüde değişebileceğini görmeyi uygun gördük. Ancak, normal kanuni işleri hemen başlattık. Paşa'dan birkaç gün ses çıkmadı. Bir daha "Vilmodit" ten bahsetmedi. Menemen'e yollanan kuvvetler Derviş Mehmet'i ve arkadaşlarını yakaladılar. Orada kurulan Divanı Harp'te mahkeme edilerek idam edildiler. Ayrıca yakalanan baş teşvikçiler de cezalandırıldı."
Vilmodit ne demek?
Fransızca bir sözcük olan "Ville Maudite", cezalandırılmış şehir anlamına geliyor. Vilmodit kasaba ise, toplumsal olarak işlenen bir suç yüzünden bir kentin cezalandırılması nedeniyle oluşuyor. Buna göre, "Kasabanın bütün halkı şehir dışına çıkarılır, aileler, birer ikişer memleketin başka şehirlerine dağıtılır, tam boşaltılmış şehir tümüyle yakılır, bugünkü ve yarınki nesillere ibret olmak üzere hükümet meydanına büyük bir siyah taş, sütun olarak dikilir."
4. Bölüm
SANIKLAR BİRER BİRER YAKALANDI
9 gün yargılanan 32 kişi asıldı
Sanıklar, cellatın elinden kurtulmak için çeşitli yalanlar söylediler ama fayda etmedi
İlk idam edilenler arasında, Laz İbrahim Hoca, Çingene Ali, Cemal Hoca, Menemenli Ramiz, Memenemli Yahya oğlu Hüseyin vardı."
Kubilay'ın korkunç bir şekilde katledilmesinden sonra bunun en sert biçimde karşılığını vermek için Ankara işi sıkı tuttu.
Ayaklanmanın sorumlularından bir bölümü zaten aynı gün güvenlik güçleriyle çıkan çatışmada öldürüldü. Bakanlar Kurulu, İzmir'de sıkıyönetim ilan ederken, kalan sanıklar birer birer yakalandı ve Divan-ı Harb'e çıkarıldı.
Divan-ı Harb'in Başkanlığı'nı Mustafa Paşa adında dönemin en önemli askeri yetkililerinden biri üstlendi. 15 Ocak 1931'de başlayan yargılama süreci 9 gün sonra 24 Ocak 1931'de sona erdi. Mahkeme, 105 sanıktan 37'si için ölüm cezası verdi. 6'sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıla (idama bedel hapis cezasına) çevrildi. Diğer sanıklardan 20'sine bir yıl, 14'üne üç yıl, 6'sına 15 yıl, birine 12.5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık ise beraat etti. Böylelikle 32 kişi idam edildi.
Kararda sanıkların, "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilı Esasiye Kanunu'nu tagyire cebren teşebbüs ettikleri ve bunlara müzaherette bulundukları ve Mehdi Mehmedin Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri" belirtildi.
Tüm duruşmaları günü gününe izleyen dönemin Yeni Asır Gazetesi'nde, Kubilay olayı sonrası kurulan mahkeme, idamdan kaçabilmek için mürtecilerin başvurdukları acemice yalanlar net biçimde yer alıyor.
Mesela sanıklardan biri, hastalığının olayın tertipleyicilerinden biri olduğu ortaya çıkan Şeyh Esad'ın duasıyla çözüleceğini umduğu için tarikata girdiğini söylüyor.
Mahkeme Başkanı'yla Yakup Efendi arasındaki diyalog şöyle:
Mahkeme Başkanı: Siz demek şeyh efendiyi yalnız ziyaret ederdiniz?
Yakup Efendi: Evet
Mahkeme Başkanı: Şeyh Efendi'nin yanından yani Erenköy'den ayrıldıktan sonra kaç ay Şeyh Efendi'nin dediklerini yaptın
Yakup Efendi: Halen yapıyorum. Her sabah namazı 25 salavat getiririm
Mahkeme Başkanı: Demek öyle hala yapıyorsun?
Yakup Efendi: Yapmazdım paşam lakin hastalığımın bu zikre devamla geçeceğini ümit ediyordum
Bulgaristanlı İsmail olarak mahkeme kayıtlarında yer alan ve daha sonra idama mahkum olan sanık ise babası kendisini doktora götürmek istemediği için Şeyh Esad'a yaklaştığını ifade ediyor. Manisalı İsmail ise tarikata nasıl girdiğini anlatırken, çocuğunun ayağındaki rahatsızlık nedeniyle tarikatla yakın ilişki içine girdiğini anlatıyor:
"İstanbul'da iki hoca ile görüştüm. Esad Efendi de bunlarla beraberdi. Getirdiğim mektubu onlara verdim. Divan yolunda Mehmet Sami Bey'i tavsiye ettiler o suni ayak yapmakta mahirdir dediler. Bu mektupla ayağın daha ucuza yapılacığını düşündüm."
Yeni rejime karşı yapılacak girişimler için gözdağı niteliği de taşıyan Divan-ı Harb kararının infazı ise hemen başladı.
Kubilay'ın şehit edildiği yerde 2 Şubat 1931'de darağaçları kuruldu. İnfazı izleyen Yeni Asır muhabiri o anı şöyle anlatıyor:
"Mahkumların İstasyon'da, Belediye Meydanı'nda ve canilerden Zeki Mehmed'in Kubilay Bey'in aziz başını kestiği yerde asılmaları, çarşıda asılacakların sabah saat dokuç buçukta, istasyonda asılacakların 12.00'de bırakılmaları kararı alındı.
Hükümet ve belediye arasındaki meydanda 6 sehpa kurulmuştu. Mahkumlara hüküm hücrelerinde tebliğ olundu. Tam saat üçte idam hükümlerinin infazına başlandı. İzmir'den getirtilmiş olan imam Mustafa Efendi tarafından mahkumlara dini telkinat yapılıyordu. İlk kafilede Laz İbrahim Hoca, Çingene Ali, Cemal Hoca, Menemenli Ramiz, Memenemli Yahya oğlu Hüseyin, Arnavut Kamil ve manifaturacı Osman vardı."
En ilginç an ise kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmed'in arkadaşlarından Mehmet Emin'in idamı sırasında yaşandı. O an, Yeni Asır'a şöyle yansıdı:
"Evvela Mehdi'nin arkadaşlarından ve vak'a faillerinden Mehmet Emin geldi. Kubilay'ın şehit olduğu taşın önündeki sehpanın önüne getirildi. Mehmet Emin'in yüzü çok bozuktu. Korkudan perişan bir halde idi. Biraz daha yaşamak için, 'Beni indirin birşeyler söyleyeceğim' diye kekeliyordu. Mahkumu indirdiler. Lakin son arzularını söyleyemedi. İnfazı yapanlar bunun üzerine Mehmet Emin'i bir kez daha sehpaya çıkardılar. Nihayet tekrar sehpaya çıkarılan ve ağlayan bu şeririn boğazına ipi geçirdiler. Son arzusunu soranlara 'Eşim çocuğuma iyi baksın' dedi. Şeyh Esad'ın oğlu Ali ise sehpaya sukunetle gitti ve hiçbir şey söylemedi."
Cellat Ali'nin gerçekleştirdiği infazların bir bölümünü Menemen halkı da izledi. Yine gazete haberlerinden, mahkumların yaşananların ciddiyetine ancak son anlarında vakıf oldukları anlaşılıyor. Öyle ki, Yeni Asır muhabiri Alaşehirli Ahmet Muhtar'ın idamını şöyle anlatıyor:
"Alaşehirli Muhtar, Mehmet Ali'nin yanındaki sehpaya getirildi. Ahmet Muhtar bitkin bir halde idi. Kollarında iki jandarma bu adamı adeta zorla yürütüyordu. Muhtar sehpanın yanına geldiği zaman yere yıkıldı. Korkudan titriyordu. Muhtar sehpaya çıkarıldı ve derhal asıldı. Mahkumların göğüslerindeki yaftada işledikleri büyük cinayetin hulasası yazılıydı."
7'şerli gruplar
Mahkumlar idam edilmeden önce yedişerli gruplara ayrıldı. Birinci grup Zafer Sineması önünde ikinci grup ise Tuz Pazarı'nda asıldı. İdam mahkumlarının son sözleri ise vahşetin sorumluluğunu, ölümüne dakikalar kalmışken bile kimsenin üzerine almak niyetinde olmadığını gösteriyor. Mahkumlardan Çingene Ali, son söz olarak "Ne yapalım bir iştir yaptık. Şimdi gidiyoruz işte" dedi.
Sembol olarak kaldı
Yakın tarihin bu en kanlı, en korkunç sayfalarından biri tabii ki bu idamlarla birlikte kapanmadı. Kubilay, genç cumhuriyetin yetiştirdiği bir öğretmen, bir asker ve en nihayetinde bir kahraman olarak yıllarca bir sembol olarak kaldı. Cumhuriyet'e meydan okumanın bedelini ağır biçimde ödeyenler ise bundan pek de ders almadı.
Atatürk'ün orduya mesajı
28 Aralık 1930
23 Aralık 1930 Salı günü meydana gelen olay üzerine Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı.
İçişleri Bakanı Şükrü Bey (Kaya) ile Ordu Komutanı Fahrettin Paşa (Altay), 27 Aralık’ta, İstanbul’a giderek Dolmabahçe Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e olay hakkında bilgi verdiler.
Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı. Atatürk mesajında," Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır" dedi.
Atatürk, "Mürtecilerin (gericilerin) gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise" olduğunu belirtti.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da aynı tarihte yayımladığı bir tamim ile Atatürk'ün mesajını orduya tebliğ etti.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, orduya mesajı şöyle:
28 Aralık 1930
Gazinin Orduya Taziyetnamesi
Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kublay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kublay Beyin şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.
Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur.
Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
Bu yazıyı hazırlarken yararlanılan kaynaklar :
Yeni Asır Gazetesi
www.anadolu.be
www.ataturk.net
Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. O sırada 24 yaşında.
Bu genç insan, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürüldü. Olaylara müdahele etmek isteyen iki bekçi de katledildi. Genç Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı, "Menemen Olayı - Kubilay Olayı" olarak tarihe geçti.
Menemen olayının izleri toplumsal bellekten hiç silinmedi. Kubilay "devrim şehidi" olarak simgeleşti.
MENEMEN OLAYI
Derviş Mehmet isminde bir yobaz ve altı silahlı arkadaşı 23 Aralık 1930 günü Menemen'e gelmişler ve camiye girerek üzerinde dini ibareler yazılı bir bayrakla, camide bulunanları ve merakla cami önüne toplananları, kendileriyle birlik olmaya davet etmişlerdir. Derviş Mehmet halka hitap ederek; "Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz; Halife Abdülmecit hududa geldi, Sancak-ı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim" diye bağırmıştır.Gösteriler ve tekbirlerle dini ibareler bulunan bayrağı Hükümet Konağı önündeki meydana dikmişlerdir. Toplanan halkı dağıtıp bu yobazları yakalamaya mesleği öğretmen olan Yedek Asteğmen Kubilay Bey'in askeri müfrezesi görevlendirilmiştir. Kubilay Bey, şakilere nasihatta bulunarak; yaptıklarının hatalı, sakıncalı ve kötü bir şey olduğunu belirterek vazgeçmelerini ve dağılmalarını söylemiştir. Şakiler buna mavzer kurşunu ile cevap vermişlerdir. Kubilay Bey kendisini korumak için tabancasını çekmiş ise de, bir kurşunla yaralanarak yere düşmüş ve gözleri dönmüş canilerden biri, yaralı Kubilay Bey'in üstüne atılarak boğazından kesip başını gövdesinden ayırmıştır. Bu arada Hasan adlı fedakar bir mahalle bekçisini de şehit etmişlerdir.
Olay yerine yetişen askeri birlik ve jandarmalar şakilerin teslim olmalarını istemiştir. Bu isteği reddeden yobazlar ateşle karşılık vermişlerdir. Çatışma sonucu Derviş Mehmet ve iki arkadaşı vurularak, ikisi de yaralı ele geçirilmiştir. Diğer ikisi de iki gün sonra yakalanmıştır. Araştırma sonucu; olayın bölgesel bir nitelik taşımadığı, organize bir şebekenin düzenlediği, Cumhuriyet'i yıkmak amacını güden irticai ve siyasi bir hareket olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Hükümet, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir illerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan etmiştir. Yakalananlar muhakemeleri sonunda ağır cezalara çarptırılmışlardır.
Olaydan hemen sonra Atatürk, Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'ya 28 Aralık 1930 günü bir taziye telgrafı göndererek, Cumhuriyet'e karşı suikast tertipleyen mütecavizleri lanetlemiş ve Kubilay Bey'i görevini yapan şehit olarak takdirle anmıştır. Atatürk; "Hepimizin, dikkatimiz, bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkıyla yerine getirmeye matuftur. Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhuriyet'in hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır." demiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri
ARŞİV BELGELERİYLE MENEMEN OLAYI { TSK }
Yeni Asır gazetesinin yazı dizisi
Hazırlayan: DEVRİM İNCE
KUBİLAY OLAYI / Devrim Şehidinin Hazin Öyküsü
1. Bölüm
Rejim düşmanları 23 Aralık 1930'da 24 yaşındaki genç öğretmen Kubilay'ı öldürüp başını kestiler. Amaçları hilafeti geri getirmekti
Genç Cumhuriyet'e hain saldırı.
Ülkenin dört yanında büyük nefret uyandıran olay hafızalardan silinmedi. Atatürk'ün yolunda gidenler ölüm yıl dönümlerinde Menemen'de anıt mezarında toplanıyor
Başlarken; Kubilay olayı, yakın tarihe ilişkin bildiklerimizin en korkuncudur. Birçoğumuz, 24 yaşındaki genç öğretmenin "Kesmeyin beni" haykırışlarına rağmen, kendini mehdi ilan eden ve o gün kendi de ölen Derviş Mehmet'in "Korkuyorsan, yüzükoyun yatırayım" diyerek, Kubilay'ın başını kestiğini biliriz. Kesik başın sergilendiğini de... Olayın faillerinin Kubilay'ın katledildiği yerde asıldığını da... Yeni Asır arşivi, Mete Tunçay'ın Cumhuriyet'in ilk dönemini anlattığı, "Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması" adlı kitabı ve pekçok yazılı kaynak "23 Aralık 1930 günü Menemen'de ne olmuştu?" sorusuna ilginç yanıtlar veriyor. Dönemin Dahiliye Vekaleti'ne bağlı Emniyeti Umumiye'nin kayıtlarına 13212 belge numarasıyla fişlenen Kubilay olayında Menemen mahkı listesinde 24. sırada, yani Çingene Mehmet Oğlu Hüseyin ile Şimilli Mehmet arasında Hayim Oğlu Jozef'in de adı geçiyor... Geçmişin deyişiyle irticacı yobazların, bugünün ifadesiyle köktendinci İslamcıların gerçekleştirdiği ayaklanmada Hayim Efendi'nin oğlu Jozef ne arıyor?
Türkiye için 1930 yılı büyük bir felaketle bitti. Cumhuriyetin 7 yıldır inşa etmeye çalıştığı herşey, üstelik de ülkenin en batısında, Menemen gibi zengin çiftçilerin yaşadığı, işgali, Kurtuluş Savaşı'nı görmüş bir taşra kasabasında büyük bir darbe aldı. Bu yeni rejimde, onarılması olanaksız yaralar açtı. Çok sonraları, Sivas'ta 37 aydın katledilirken, köktendinci terör kendi yandaşlarını bile hedef almaya başlamışken tekrar tekrar hatırlanan, Aralık ayının sonunda rejimin tüm elit kesiminin Menemen'de toplanmasına yol açan Kubilay olayı nedir? 23 Aralık 1930 günü sabah saat 06.20'de Menemen Kazar Camii önünde başlayan, saat 09.00 sularında sona eren Menemen olayı hakkında bugüne kadar değişik yorumlar yapıldı. Özellikle son yıllarda Menemen olayı, farklı kesimlerin çatışma hattına da girdi.
Tartışma konusu oldu. Ancak tartışılmayan bir şey var ki, Türkiye tarihinin bu kanlı perdesi uzun yıllar hafızalardan silinmedi. Silinmeyecek de...
Neden Menemen?
Birçok siyaset bilimciye göre Menemen olayını 1924-38 yılları arasında Türkiye'de çıkan 18 ayaklanmadan ayırmak gerekir. Nasturi, Zilan, Şeyh Said, Dersim, Ağrı gibi diğer 17 ayaklanmada etnik tema, bağımsızlık talebi, dış kışkırtmalar vb. önemli birer etken olmalarına karşın, Menemen olayı için bunları söylemek mümkün değil. Dahası, Menemen, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya kıyasla hem okuma yazma oranı ve ekonomik gelişmişlik düzeyi daha yüksek, hem de kısmi sanayileşmenin etkisiyle, feodal kurum ve kişilerin nüfuzları daha az bir bölge. Ayrıca yeni rejimin kolay ulaşabileceği bir yöre. Bu özellikler göz önüne alınarak sorulacak sorular şunlardır:
Dini ayaklanma mı?
Menemen Olayı, yaygın biçimde kabul edildiği üzere, bir dinsel ayaklanma mıdır? Deli, esrarkeş, cahil altı kişinin başlattığı, bir anda ortaya çıkan "korsan" bir olay mıdır? 2000 nüfuslu kasabadan 1500 kişinin etkin ya da edilgen katılımıyla gerçekleşen olay sonrası adının "mel'un belde" olarak değiştirilip yöre insanının başka yerlere sürülmesi istenen Menemen halkının bu eylemdeki sorumluluğu nedir? Yoksa, gerçek neden, olayın başlatıcısı Derviş Mehmet'in, Çerkes Ethem'in yandaşlarından olması mıdır? Yoksa, akademik literatürde yer aldığı üzere, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın iktidara gelme hırsıyla gerçekleştirdiği bir kışkırtma mıdır? İşte bu araştırmada bu ve buna benzer sorulara yanıt arayarak Menemen Olayı'nı değerlendirmeye çalışacağız.
31 Mart'ın izleri
Menemen olayının sonrasında yayınlanan Divan-ı Harp kararnamesinden, örgütlenmenin altı yıl önce tekke ve zaviyelerin kapatılması ve şapka devrimi üzerine başladığı anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra halifelik kaldırılmış, laik bir dünya görüşü benimsenmişti. Türbelerle birlikte mahalle mektepleri de kaldırıldı. Tarikatçılık, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılıkmuskacılık 13 Aralık 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla yasaklandı.
İşte yeni rejimin eski ayrıcalıklarını yok ettiği, başında İstanbul merkezli Nakşibendi Şeyhi Şeyh Esad'ın bulunduğu grup, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın olaylı İzmir gezisini bahane ederek böyle bir girişimde bulundu. Burada sözü edilen Esat Hoca'nın irticai faaliyetinin Cumhuriyet döneminden önce başlamış olduğu da biliniyor.
Beyin takımında
31 Mart Vakası'nın hazırlayıcısı olduğu iddia edilen ve Sultan II. Abdülhamit döneminde de benzeri çalışmalar yapan Esad Hoca, Erbil'e sürüldüğü, ancak Sultan Reşat zamanında İstanbul'a dönebildiği birçok kaynakta yer alıyor. Örgütlenmenin beyin takımından olan, ancak eyleme katılmayan ve kendini halifeler halifesi olarak tanıtan Manisa Tabur İmamlığı'ndan emekli Laz İbrahim Hoca'nın ise, örgütlenmesini çevre kasaba ve köyleriyle sınırlı bırakmayıp Karadeniz kıyıları, Kayseri, Bursa, Balıkesir; Bergama ve Manisa gibi Anadolu'nun birçok yerini dolaşarak Nakşibendi tarikatının kök salmasına çalıştığı da yine sözü edilen gerçekler arasında.
Esad Hoca bize,'Rakı içen gavurdur!" diyordu
Olayda sorgusu alınan Mustafa adlı bir tanık, İbrahim Hoca'nın Menemen'e bağlı Horozköy'de vaaz verirken rakı içen ve şapka giyenlerin gavur olduğunu, bundan Cumhurbaşkanının sorumlu tutulması gerektiğini söylediğini aktarıyor. Laz İbrahim'in, "şeyhim" dediği, "vaktiyle 40 tekkenin şeyhi olan" Esad Hoca'nın evinde yapılan toplantılarda, yakında şapkaların atılarak tekrar fes giyileceği, halifelerin geleceği, tekkelerin yeniden açılacağı söylenerek devrimler aleyhine konuşmalar yapıldığı belirtiliyor. Nitekim kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmet'in de esrarlı zikir toplantılarında hükümetin Müslümanları gavur yapmayı amaçladığını, bütün memurların ailelerini açık saçık gezdiren kafirler olduğunu, kendisinin Cumhuriyeti yıkarak dini iade edeceğini sıkça yinelediği tanık anlatımlarıyla ortaya çıkıyor.
Hükümet aciz mi kaldı?
Peki gerici örgütlenme bu noktadayken dönemin hükümeti ne yapıyor? Hükümet, çok geniş bir alana yayılan ve çok uzun bir zamandan beri zikir toplantılarını gizli kapaklı ve gözden uzak yerlerde değil, kahvehanelerde yapmakta olan tarikat karşısında yalnızca ilgili kahvehaneleri kapatarak önlem alma yoluna gitti. Kısacası bu gruplar ciddi bir tehlike olarak değerlendirilmedi. Menemen Olayı'nın tetikleyicisi olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın (SCF) olaylı İzmir gezisine çoğu kaynakta özel bir önem veriliyor.
İzmir'e geldi
SCF Genel Başkanı Ali Fethi Bey ve arkadaşlarının, Partinin örgütlenmesini geliştirdiği Batı Anadolu'ya 3 Eylül 1930'da başlattıkları gezinin 4 Eylül'deki uğrak yeri İzmir'dir. İzmir'de güvenlik güçleri ile başta liman işçileri olmak üzere Fethi Bey'in yapacağı konuşmayı dinlemeye gelen yaklaşık 50 bin kişilik halk kitlesi arasında çatışma çıktı ve bir çocuk yaşamını yitirdi. Çatışmanın başlaması ve gelişimini Divan-ı Harp tutanakları ile saldırıya şahit olan kişilerin ağzından yazmak daha sağlıklı olacağından sanık ve tanık ifadelerine bakabiliriz.
2. Bölüm
KENDİSİNİ ÖLDÜRMEK İSTEYEN MEHDİYE YALVARDI
'Beni diri diri doğramayın'
Kubilay'ı vurarak şehit eden kalabalıktan bazıları, jandarmayla girdikleri çatışmada ölü ele geçirildi.
Meydanda toplanarak 'şeriat isteriz' diye bağıran yobazlar, Kubilay'ı önce sırtından vurdu. Ardından yüzükoyun yere yatırıp başını vucudundan ayırdılar
Manisa'da esrarlı zikir alemleri yaparak, halk arasında giderek daha çok tanınmaya başlayan Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu Mehmet Emin, bir süre sonra dikkat çekmemek için kendilerine gözlerden uzak bir kulübe inşa ettirdiler. Ayaklanmanın planları, inşa ettirdikleri bu kulübede yapıldı. Tatlıcı Mutaf Hüseyin olarak bilinen kişinin evinde son olarak 6 Aralık 1930 Cumartesi günü toplanan gerici grup, eylem yeri olarak Menemen'i seçti ve eylemin planını hazırladı. Yaptırdıkları kulübede tam bir hafta esrar içerek zikre devam eden grup, 23 Aralık 1930 Salı günü Menemen'e gitmek üzere yola çıkmayı kararlaştırdı. Salı gecesi esrarkeş Mehdi başta, Kıtmir adını verdikleri köpek de dahil, hep beraber yola çıkıldı. Grup, Menemen kenarına geldiğinde zeytinlikte biraz durup dinlenirken, Giritli Mehmet herkese esrarlı sigara dağıttı. Daha sonra hepsi dumanlı ve sarhoş kafalarla Menemen'e geldi ve kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmed'le buluşarak 06.20'de Müftü Camii'ne gittiler. O sırada Camii'de sabah namazı için gelmiş 8-10 kişi vardı. Manisa'da dağda kurdukları bir çardakta günlerce esrarlı zikir ve ayinler yapmış olan grup, bunun da etkisiyle mihrada asılı bulunan ve üzerinde "La ilahe İllallah İnna Fetahneke" yazılı yeşil bayrağı da alarak olayın cereyan ettiği belediye meydanına geldi. Derviş Mehmet, oradakilere kendini Mehdi olarak tanıttı ve dini korumaya geldiğini ileri sürerek sınırda "yetmişbin kişilik Halife ordusu"nun beklediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirilecekleri tehdidini savurdu.
Okuyup üfledi
Derviş Mehmet ve grubu yeşil bayrağı belediye meydanına dikerek etrafında dönmeye ve tekbir getirmeye başladı. Olayın tanığı bir kişi ise yaşananları daha sonra gazetelere şu şekilde anlatıyordu: "Ben ve camiden çıkanlar bu hal karşısında donduk kaldık. Biraz sonra kendisine Mehdi süsü veren Derviş Mehmet elindeki bayrağı meydana dikti ve iyice tutturmak içinde ahaliden bir ip istedi. İçimizden biri, kuşağını çıkardı verdi. Nasıl oldu bilmiyorum, meydanı dolduran kalabalığın arasında bayrak dikilirken el çırpanlar oldu. Mehdi, sürekli elindeki saate bakarak etrafa okuyup üflediği toprağı savurarak söyleniyordu.
Süngü taktılar
- Bayrağın altından geçmeyen gavurdur! Namazdan çıkan halk meydana yığılıyordu. Tam o sırada jandarma yüzbaşısını gördüm. Çekine çekine ortaya ilerledi.
- Ne var? Ne oluyor ağalar? diye sordu.
Mehdi, "Bugün hükümet açılmayacak, dükkanlar açılmayacak, camiye gireceğiz, dua edeceğiz, her şey düzelecek, her şey yoluna girecek" diye cevap verdi. Jandarma Kumandanı 'pekala' dedi. Yürüdü gitti.
Jandarma Komutanı bu olayın ardından alay komutanını arayarak askeri birlikten yardım istedi. Bu haber üzerine, sabahın erken saatinde, her günkü gibi eğitim çalışmalarına hazırlanmakta olan 43. Piyade Birliği subaylarından Asteğmen Kubilay'a görev verildi. Kubilay, henüz birkaç ay önce askere alınmış olan, takım düzenindeki birliğiyle hemen yola çıktı. Bu arada Kubilay'da da ne silah ne de mermi vardı. Kubilay olay yerine çabuk yetişmek için kışla arkasındaki yamaçlardan, kestirme yollardan hızla geçti ve meydana yakın sokakların birinde askerlerini durdurarak süngü taktırdı.
Avluda yatıyordu
Olayın tanıklarından biri mahkeme kayıtlarına geçen ifadeleriyle yaşananları şöyle anlatıyor: "Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti. İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdinin yakasını tuttu ve şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki silahı çevirerek zabite ateşledi. (Bu kurşun, Kubilay'ın omzundan girip arkasından çıkmıştı) Yaralı zabit, yarasının ağırlığına rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah! diye bağırıyordu. Aradan on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi'nin yanına gelerek, zabitin cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan duyduk.
Yaralı gencin sesi yalvarıyordu.
- Kesmeyin beni!
Mehdi ise; "Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin..."
İp getirin
Bundan sonrasını ise bu olayı daha iyi gören bir başka tanık anlatıyor: Mehdi, genç ve yaralı zabiti yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle saçlarından tutup Kubilay'ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak
"Gördünüz mü? Kafirlerin akıbeti işte budur" diye bağırmaya başladı.
Sonra, "Getirin bir ip!" diye bağırdı. Meydanda toplanan halktan biri dükkanına koşarak ip getirdi. Kesilmiş başı bayrağın tepesine bağladılar. Bu sıralarda yetişen makineli tüfek takımı ve iki bekçi ile asiler arasında başlayan çatışmada Mehdi Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet vurulup öldü. Nalıncı Hasan ile Ali oğlu Hasan da halk arasından kaçsa da Manisa'da yakayı ele verdi. Bu arada bekçi Hasan ile Mustafa çatışmada yaşamını yitirdi.
YAHUDİ JOZEF Neden asıldı?
Kubilay'ın katledilmesinden sonra idam edilenler arasında bir Yahudi'nin de bulunduğu bilgisi, başta Prof. Mete Tunçay'ın, 'Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931)' olmak üzere dönemi inceleyen birçok kitapta yer alıyor. 1931 yılının Ocak, Şubat aylarını kapsayan Yeni Asır Gazetesi'nde de Jozef'in Menemen olayları nedeniyle idam edildiği bilgisi bulunuyor. Bu kaynaklara göre, Hayim oğlu Jozef, Menemen'de bakkallık yapan bir kişiydi. Ayaklanmacıların Kubilay'ın kesik başını bayrağa takmak için kullandığı ipi satan da Bakkal Jozef'ten başkası değildi.
Olayları 4 Mehmet başlattı
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın (SCF) olaylı İzmir ziyaretinin ardından muhalefetle Cumhuriyet Halk Fırkası arasındaki siyasi gerilim gün be gün yükselirken, bazı marjinal gruplar da harekete geçmek için 'an' kollamaya başladı. Aslında Aralık'ta meydana gelen Kubilay Olayı'yla SCF'nin İzmir ziyareti arasında nereden baksanız bir 3 ay süre var ama olayların nasıl geliştiğini Divan-ı Harp tutanakları ile olaya şahit olan kişilerin ağzından duyduğumuzda yakın tarihimizin bu en vahşi sahnelerinden birini daha iyi anlamak mümkün. İfadelere göre vahşetin başrolündeki 4 Mehmet ayaklanmanın temellerini attı. Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu Mehmet Emin (Üçü olay günü öldürüldü, sonuncu Mehmet Emin de idama mahkum olup diğer mahkumlarla birlikte asıldı).
3. Bölüm
KUBİLAY'IN KATLEDİLMESİ ŞOK ETKİSİ YARATTI
Menemen çok zor kurtuldu
Halkın vahşete duyarsız kalmasına çok sinirlenen Atatürk'ün "İlçeyi haritadan silin dediği yıllarca konuşuldu
DEVRİM İNCE (HABER MERKEZİ)
Kubilay'ın katledilmesi Ankara'da tam anlamıyla şok etkisi yarattı. Atatürk, yaşananlar karşısında çok sinirlenmiş, Menemen halkının vahşete duyarsız kalması, kendisini hayal kırıklığına sürüklemişti. İşte bu sıcak ortamda birçok farklı görüş ortaya atıldı.
Atatürk'ün sinirli anlarından birinde, "Menemen'i haritadan silin" dediği yıllarca söylendi durdu. Peki Atatürk, gerçekten böyle bir söz sarfetti mi? Kubilay olayı sırasında TBMM Başkanlığı görevini yürüten Kazım Özalp'ın, İş Bankası Yayınları'ndan çıkan anıları, bu olayın gerçeklerini su yüzüne çıkardı.
"Utanç anıtı"
Özalp'e göre gerçekten Atatürk, Menemen'in boşaltılıp kentin "Vilmodit" ilan edilmesini istedi. Yani, Menemen halkı başka yörelere sürülüp, kentin orta yerine bir "utanç anıtı" dikilecekti. Ancak, olayın terör ve yargı boyutunu eksiksiz işleten dönemin yöneticileri, Atatürk'ün bu emrini hayata geçirmeyi bir süreliğine erteledi. Atatürk, bir daha bundan bahsetmeyince, Menemen haritadan silinmekten kurtuldu.
Özalp'in anılarında Kubilay olayının başlangıcı, o dönem Türkiye'sinin panoromasıyla birlikte başlıyor. Özalp'e göre Kubilay'ın vahşice katledilmesine kadar uzanan olaylar zinciri, aslında bir sürecin ürünü olarak ortaya çıktı. Çünkü, Özalp'ın ifadesiyle "Gericiler memleketin her tarafından kışkırtmalar yapmaktan geri kalmıyordu. Değişik yerlerden gelen haberlerden, alınan tedbirlerle olayların büyümeden durdurulduğu anlaşılıyordu."
Tekbir getirdiler
İşte böyle bir atmosferde 1930 yılının sonuna gelindi. 1929 bunalımının yarattığı ekonomik buhranın Türkiye'deki yansımaları bir yana, Genç Cumhuriyet'in mücadele etmek zorunda kaldığı bölücü ve gerici çevreler, uzun süredir örgütleniyordu. Bu gerginlik sonunda vahşi bir eyleme dönüştü. Dönemin TBMM Başkanı Kazım Özalp, Ankara'ya gelen ilk bilgileri şöyle anlatıyor: "25 Aralık 1930 günü, Erenköylü Derviş Mehmet, altı arkadaşıyla beraber Menemen hükümet konağına gelerek, "Ben mehdiyim, dinimiz mahvoluyor, şeriatı kurtarmaya geldim" diye bağırmaya başlamıştı.
Büyük bir kalabalık tekbir getirerek toplanmaya başlamıştı. Menemen'de yedek subaylığını yapmakta olan öğretmen "Kubilay", bu olaya mani olmaya kalkışınca, Derviş Mehmet ve arkadaşları kendisini yere yatırmışlar ve Derviş'in elindeki bıçakla başını keserek vücudundan ayırmışlardı.
Mani olmadılar
Orada bulunan 1500 kadar Menemenliden hiç kimse mani olmaya çalışmamıştı. Derviş Mehmet, Kubilay'ın başını kestikten sonra, kanını içmek helaldir diyerek avucuna aldığı kanı içmişti. Sonra kesik baş bir kazığa saplanarak halka gösterilmişti. Bu arada meydana yetişen bir bekçi ile jandarma askerini de öldürmüşlerdi."
Kızgın ve üzgün
Bu vahşice eylem, İsmet Paşa gibi soğukkanlı birini bile etkilemişti. Özalp, haberin Ankara'ya ulaşmasından hemen sonra yaşananları da şöyle anlatıyor: "Bu haber Ankara'da bir bomba tesiri yaptı. Derhal Köşk'e çağırıldım. Mustafa Kemal Paşa görülmemiş şekilde kızgın, üzgün ve heyecanlıydı. İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey (Apaydın), Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa (Altay) da, Köşk'e geldiler.
Çok sinirli
Mustafa Kemal Paşa, çok sinirli bir durumda söze başladı: 'Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu kasaba 'Vilmodit' ilan edilmeye müstahak olmuştur'"
Öfke sürüyor
Özalp, ileride "Menemen'i haritadan silin" şeklinde hatırlanacak 'Vilmodit emrinden' sonra yaşananları ise kitabında şöyle aktarıyor: "Atatürk'ün öfkesi dinmiyordu. 'Derhal harekete geçmeliyiz', dedi. Cevaplarımızı bekliyordu, yalnız itiraz dinlemeye tahammülü olmadığı anlaşılıyordu. Vakit kazanmak ve havayı biraz yumuşatmak düşüncesiyle, 'Acaba ayrıntılı raporların gelmesini beklesek mi?' diye bir görüş ortaya attım. Hiç cevap vermedi. Bir süre oturdu. Biz de konuşmadık. Menemen'de orduya hizmet eden veya önceden hizmet etmiş olan askerler ve aileleri vardı. Masum çocuklar, ihtiyarlar, aciz kadınlar böyle ağır bir cezaya ister istemez maruz kalacaklardı. Konuşmasak bile, bu fikirleri hepimiz zihnimizden geçiriyorduk. Belki bu susma sırasında Mustafa Kemal Paşa da bunları düşündü. Ancak, taviz vermeye niyetli görülmüyordu, 'İşte böyle olacak, dağılalım' dedi ve kalktı."
Verilen emri unutturdular
Emir hemen yerine getirilmedi. İyi ki getirilmedi. Çünkü, eğer öfke ve heyecanla alınmış bu karar yerine getirilseydi, şimdi Menemen'den ve Menemen'lilerden bahsederken geçmiş zaman kipinde konuşmak zorunda kalacaktık. Peki, dönemin yöneticileri Atatürk'ün emrini nasıl oldu da yerine getirmediler. Bu sıkıntı yaratmadı mı? Özalp, bunu nasıl yaptıklarını da şöyle anlatıyor: "Aramızda, bir iki gün beklemeyi, Mustafa Kemal Paşa'nın tepkisinin ne ölçüde değişebileceğini görmeyi uygun gördük. Ancak, normal kanuni işleri hemen başlattık. Paşa'dan birkaç gün ses çıkmadı. Bir daha "Vilmodit" ten bahsetmedi. Menemen'e yollanan kuvvetler Derviş Mehmet'i ve arkadaşlarını yakaladılar. Orada kurulan Divanı Harp'te mahkeme edilerek idam edildiler. Ayrıca yakalanan baş teşvikçiler de cezalandırıldı."
Vilmodit ne demek?
Fransızca bir sözcük olan "Ville Maudite", cezalandırılmış şehir anlamına geliyor. Vilmodit kasaba ise, toplumsal olarak işlenen bir suç yüzünden bir kentin cezalandırılması nedeniyle oluşuyor. Buna göre, "Kasabanın bütün halkı şehir dışına çıkarılır, aileler, birer ikişer memleketin başka şehirlerine dağıtılır, tam boşaltılmış şehir tümüyle yakılır, bugünkü ve yarınki nesillere ibret olmak üzere hükümet meydanına büyük bir siyah taş, sütun olarak dikilir."
4. Bölüm
SANIKLAR BİRER BİRER YAKALANDI
9 gün yargılanan 32 kişi asıldı
Sanıklar, cellatın elinden kurtulmak için çeşitli yalanlar söylediler ama fayda etmedi
İlk idam edilenler arasında, Laz İbrahim Hoca, Çingene Ali, Cemal Hoca, Menemenli Ramiz, Memenemli Yahya oğlu Hüseyin vardı."
Kubilay'ın korkunç bir şekilde katledilmesinden sonra bunun en sert biçimde karşılığını vermek için Ankara işi sıkı tuttu.
Ayaklanmanın sorumlularından bir bölümü zaten aynı gün güvenlik güçleriyle çıkan çatışmada öldürüldü. Bakanlar Kurulu, İzmir'de sıkıyönetim ilan ederken, kalan sanıklar birer birer yakalandı ve Divan-ı Harb'e çıkarıldı.
Divan-ı Harb'in Başkanlığı'nı Mustafa Paşa adında dönemin en önemli askeri yetkililerinden biri üstlendi. 15 Ocak 1931'de başlayan yargılama süreci 9 gün sonra 24 Ocak 1931'de sona erdi. Mahkeme, 105 sanıktan 37'si için ölüm cezası verdi. 6'sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıla (idama bedel hapis cezasına) çevrildi. Diğer sanıklardan 20'sine bir yıl, 14'üne üç yıl, 6'sına 15 yıl, birine 12.5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık ise beraat etti. Böylelikle 32 kişi idam edildi.
Kararda sanıkların, "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilı Esasiye Kanunu'nu tagyire cebren teşebbüs ettikleri ve bunlara müzaherette bulundukları ve Mehdi Mehmedin Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri" belirtildi.
Tüm duruşmaları günü gününe izleyen dönemin Yeni Asır Gazetesi'nde, Kubilay olayı sonrası kurulan mahkeme, idamdan kaçabilmek için mürtecilerin başvurdukları acemice yalanlar net biçimde yer alıyor.
Mesela sanıklardan biri, hastalığının olayın tertipleyicilerinden biri olduğu ortaya çıkan Şeyh Esad'ın duasıyla çözüleceğini umduğu için tarikata girdiğini söylüyor.
Mahkeme Başkanı'yla Yakup Efendi arasındaki diyalog şöyle:
Mahkeme Başkanı: Siz demek şeyh efendiyi yalnız ziyaret ederdiniz?
Yakup Efendi: Evet
Mahkeme Başkanı: Şeyh Efendi'nin yanından yani Erenköy'den ayrıldıktan sonra kaç ay Şeyh Efendi'nin dediklerini yaptın
Yakup Efendi: Halen yapıyorum. Her sabah namazı 25 salavat getiririm
Mahkeme Başkanı: Demek öyle hala yapıyorsun?
Yakup Efendi: Yapmazdım paşam lakin hastalığımın bu zikre devamla geçeceğini ümit ediyordum
Bulgaristanlı İsmail olarak mahkeme kayıtlarında yer alan ve daha sonra idama mahkum olan sanık ise babası kendisini doktora götürmek istemediği için Şeyh Esad'a yaklaştığını ifade ediyor. Manisalı İsmail ise tarikata nasıl girdiğini anlatırken, çocuğunun ayağındaki rahatsızlık nedeniyle tarikatla yakın ilişki içine girdiğini anlatıyor:
"İstanbul'da iki hoca ile görüştüm. Esad Efendi de bunlarla beraberdi. Getirdiğim mektubu onlara verdim. Divan yolunda Mehmet Sami Bey'i tavsiye ettiler o suni ayak yapmakta mahirdir dediler. Bu mektupla ayağın daha ucuza yapılacığını düşündüm."
Yeni rejime karşı yapılacak girişimler için gözdağı niteliği de taşıyan Divan-ı Harb kararının infazı ise hemen başladı.
Kubilay'ın şehit edildiği yerde 2 Şubat 1931'de darağaçları kuruldu. İnfazı izleyen Yeni Asır muhabiri o anı şöyle anlatıyor:
"Mahkumların İstasyon'da, Belediye Meydanı'nda ve canilerden Zeki Mehmed'in Kubilay Bey'in aziz başını kestiği yerde asılmaları, çarşıda asılacakların sabah saat dokuç buçukta, istasyonda asılacakların 12.00'de bırakılmaları kararı alındı.
Hükümet ve belediye arasındaki meydanda 6 sehpa kurulmuştu. Mahkumlara hüküm hücrelerinde tebliğ olundu. Tam saat üçte idam hükümlerinin infazına başlandı. İzmir'den getirtilmiş olan imam Mustafa Efendi tarafından mahkumlara dini telkinat yapılıyordu. İlk kafilede Laz İbrahim Hoca, Çingene Ali, Cemal Hoca, Menemenli Ramiz, Memenemli Yahya oğlu Hüseyin, Arnavut Kamil ve manifaturacı Osman vardı."
En ilginç an ise kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmed'in arkadaşlarından Mehmet Emin'in idamı sırasında yaşandı. O an, Yeni Asır'a şöyle yansıdı:
"Evvela Mehdi'nin arkadaşlarından ve vak'a faillerinden Mehmet Emin geldi. Kubilay'ın şehit olduğu taşın önündeki sehpanın önüne getirildi. Mehmet Emin'in yüzü çok bozuktu. Korkudan perişan bir halde idi. Biraz daha yaşamak için, 'Beni indirin birşeyler söyleyeceğim' diye kekeliyordu. Mahkumu indirdiler. Lakin son arzularını söyleyemedi. İnfazı yapanlar bunun üzerine Mehmet Emin'i bir kez daha sehpaya çıkardılar. Nihayet tekrar sehpaya çıkarılan ve ağlayan bu şeririn boğazına ipi geçirdiler. Son arzusunu soranlara 'Eşim çocuğuma iyi baksın' dedi. Şeyh Esad'ın oğlu Ali ise sehpaya sukunetle gitti ve hiçbir şey söylemedi."
Cellat Ali'nin gerçekleştirdiği infazların bir bölümünü Menemen halkı da izledi. Yine gazete haberlerinden, mahkumların yaşananların ciddiyetine ancak son anlarında vakıf oldukları anlaşılıyor. Öyle ki, Yeni Asır muhabiri Alaşehirli Ahmet Muhtar'ın idamını şöyle anlatıyor:
"Alaşehirli Muhtar, Mehmet Ali'nin yanındaki sehpaya getirildi. Ahmet Muhtar bitkin bir halde idi. Kollarında iki jandarma bu adamı adeta zorla yürütüyordu. Muhtar sehpanın yanına geldiği zaman yere yıkıldı. Korkudan titriyordu. Muhtar sehpaya çıkarıldı ve derhal asıldı. Mahkumların göğüslerindeki yaftada işledikleri büyük cinayetin hulasası yazılıydı."
7'şerli gruplar
Mahkumlar idam edilmeden önce yedişerli gruplara ayrıldı. Birinci grup Zafer Sineması önünde ikinci grup ise Tuz Pazarı'nda asıldı. İdam mahkumlarının son sözleri ise vahşetin sorumluluğunu, ölümüne dakikalar kalmışken bile kimsenin üzerine almak niyetinde olmadığını gösteriyor. Mahkumlardan Çingene Ali, son söz olarak "Ne yapalım bir iştir yaptık. Şimdi gidiyoruz işte" dedi.
Sembol olarak kaldı
Yakın tarihin bu en kanlı, en korkunç sayfalarından biri tabii ki bu idamlarla birlikte kapanmadı. Kubilay, genç cumhuriyetin yetiştirdiği bir öğretmen, bir asker ve en nihayetinde bir kahraman olarak yıllarca bir sembol olarak kaldı. Cumhuriyet'e meydan okumanın bedelini ağır biçimde ödeyenler ise bundan pek de ders almadı.
Atatürk'ün orduya mesajı
28 Aralık 1930
23 Aralık 1930 Salı günü meydana gelen olay üzerine Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı.
İçişleri Bakanı Şükrü Bey (Kaya) ile Ordu Komutanı Fahrettin Paşa (Altay), 27 Aralık’ta, İstanbul’a giderek Dolmabahçe Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e olay hakkında bilgi verdiler.
Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı. Atatürk mesajında," Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır" dedi.
Atatürk, "Mürtecilerin (gericilerin) gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise" olduğunu belirtti.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da aynı tarihte yayımladığı bir tamim ile Atatürk'ün mesajını orduya tebliğ etti.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, orduya mesajı şöyle:
28 Aralık 1930
Gazinin Orduya Taziyetnamesi
Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kublay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kublay Beyin şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.
Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur.
Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
Bu yazıyı hazırlarken yararlanılan kaynaklar :
Yeni Asır Gazetesi
www.anadolu.be
www.ataturk.net
Hiç yorum yok:
Yorum yaparak katkıda bulunabilir ve yazının daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsin.